saçlarım uzamıştı, berbere gitmemiştim. gitseydim billy bob thornton kılıklı bir herifin saçımı kesme ihtimali %50'ydi. bulutlar gökyüzünde adım atacak yer bırakmamış, tam hava pres uygulamıştı. baskı sonuç verirse bir ahmak olabilirdim. turuncudan kırmızıya raks eden alarm akbank'dan çok coca cola kırmızısıydı. moulen rouge, spielberg, sin city ya da heidi yanağı kırmızısı da olabilirdi. kasımın sonlarıydı ve kadımda aşk başka değildi. ama kasımda başka olmayan aşk da kırmızıydı. Red sox'un en son ne zaman şampiyon olduğunu bilmiyordum. zaten beyzbolla bir alakam da yoktu. hiç beyzbol sopam olmamıştı. sopası olanlar, yeniden yorumladıkları oyunda önce abayı sonra sopayı gösterdiklerinden bizim oralarda beyzbol oynamak biraz tehlikeliydi. eldiven belki yoktu ama topun olmadığı kesindi. bu yüzden amerikalı yazarların çocukluğuna inemediğim de kesindi. komutanların gazetelerini bisikletle dağıtmamıştım zaten. bisikletim yoktu. komutanların da gazeteleri alıcak köpekleri yoktu. bir amerikan sabahından çok ispanyol sabahının izleri vardı. hava güneşliydi, pazartesiydi, ve aklıma javier bardem gelmişti. işsizdim, umursamazdım, rahattım. ama dilediğim gibi bira içemiyordum. (ispanyol meyhanesinde değildim) sakallarımı da uzatamıyordum. geleceğin parçalı bulutlu havası henüz üstüme çökmemişti. bir ispanyol rahatlığıyla aklımı siestaya almış muson yağmurlarını erteliyordum. gelecek kaygılarımı taa taş devrinde bırakmıştım. oysa onlar yontma taş devrine çoktan geçmiş, şekillenmiş ve büyümüşlerdi. savaş yakındı ve kaçınılmazdı. artık bir beyzbol sopası edinmeli ve savaşa hazırlanmalıydım. karşılamam gereken bir sürü atış vardı. ispanya'nın güneşli sabahları yerinin vahşi ve sevimsiz amerika sabahlarına bırakmak üzereydi. benim aklım hala siesta'daydı...
28.11.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder