25 Aralık 2011 Pazar

ben, kendim ve sevgilim...

şimdi, şu anda, yatağında uzanmış güneşin girdiği camlara bakarak birkaç gün sonrasını hayal ediyosun. üzerinde hastalığından kalma yorgan ve uzun süre yatmaktan peydah olmuş bel ağrısı... yanında hastalık kokusu sinmiş boş pet şişeleri, 2 gündür soyulmayı bekleyen sabırlı mandalin ve okumaya başlamadan önce daha iyi çıkacağını umduğun bir kitap. 20 kişilik koğuşta tek başınasın ve kapı üzerine kilitli. Bu yüzden hayallerinin bir süre yalnız gezebileceğini bilmek sana huzur veriyor. tam o sırada hayallerin kargodan ayakkabılarını alıyo ve trene binmek için yola koyuluyor. hangi tren olduğu önemli değil çünkü trene binmek sana huzur veriyor. biniyosun ve doğruca yemekli vagona gidiyosun. seni bayağıdır bekleyen 50'liklerin açılmasını emrediyosun. tren kalkarken sen de elindekini kaldırıyosun ve çok özlenmiş bi oh çekiyosun. etrafı izlerken yansıyan camda yüzünün güldüğünü fark ediyosun. güldüğünü görünce daha çok gülüyosun. gülücüklerin raydan çıkmadan akşamı düşlemeye başlıyosun. onunlasın, sevgilinle... ona sarılıyosun, onunla uyuyosun ve gerçekten huzur dolusun. kurduğun hayaller çok basit eylemlerden oluşuyor olabilir. ama o kadar çok özlemişsin ki bu basitlik sana normal geliyor. sarılmak ve uyumak. bu kadar net, saf ve bu kadar yalın. sonra iki biranın verdiği mutlulukla koltuğuna dönüyosun. koltuğu iyice yatırıp gözlerini kapatıyosun. açtığında kendini yine koğuşta buluyosun. kapı hala kilitli. düşlerine kimsenin ortak olmadığını görüp rahatlıyosun. içinde birikmiş bi gaz sancısı, camda bugünlük bu kadar dediğin hayal kırıntıları ve istirahatinin bitmesine 40 dakika kaldığını söyleyen mr. casio ile birlikte oradasın. 20 kişilik koğuşta tek başına... o an için tek gerçekliğin o olduğunu anlıyosun, gelecek geçmişten daha iyidir deyip kendi avuntularında başrolü kapıyosun.

15.12.11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder