25 Aralık 2011 Pazar

doğa için yaz...

4-6 nöbetçisiyim. saat 4'ü 6 geçerken yanımdan da vardiyesi bitmiş tersane işçileri geçiyo. sıcak yataklarına gidip uyuyacakları için onları kıskanıyorum. nöbeti devraldığım nöbetçiler de yataklarına gidiyo. onları da kıskanıyorum. aklımda epica ödülü almış işler var, onları da kıskanmadan edemiyorum. yanımda hitler'e benzeyen bir miyav var. tüylerini ve patilerini yalıyor. bu yüzden onu kıskanmıyorum. hitler'e benzemesi de bu kararımda etkili oluyo. içerde uyuklayan nöbetçi subay var. hayatı boyunca yediği küfürlerin çokluğu nedeniyle onu da kıskanmıyorum. kimse o kadar küfür yemek istemez. paslanmış olsa da işe yarayan bisikletler nemli asfaltta dinleniyor. kime ait oldukları çok da önemli değil bi havaları var. umursamazlar. dinlendikleri, umursamaz oldukları ve kime ait olduklarını önemsemedikleri için onları da kıskanıyorum. neden sonra kime ait olduğumuzu düşünmeye başlıyorum. hayatımızı hep bir şeylere ait olarak geçiriyoruz diyorum. bir insana, nesneye, takıma, belki tanrıya, renge, kine, ideolojiye, markaya, paraya, özellikle paraya... sonra çalışmaya, uyumaya, gezmeye, müzik dinlemeye, alışveriş yapmaya, film izlemeye, içmeye, yemeye, sevmeye, ölmeye... yani aklın ve kavramların hegemonyasında mutlak bir oligarşi oluyo yaşamak dediğimiz şey. ait sahip paradoksunda med cezirler cehennemi. hayat işte. en sonunda o mu seni kovuyor yoksa sen mi hayattan istifa ediyosun? hayatverenin hep sana bunu sorgulatıyor. oysa sen, seni olduğun gibi kabullenecek birini arıyosun. tam o sırada kafanı kaldırıyosun. senin geldiğin toprağın kokusunu duyuyosun, aldığın nefesin emekçisini görerek. tenine vuran hafif rüzgarı şiddetle hissediyosun. mutlu bi oh çekiyosun. evrenini ruhu ve dili onlar diyosun. salt senken onlarla aynı dili konuşabileceğini fark ediyosun. sen; olduğun gibi, çıplaksın. toprağa karışmak istiyosun ve doğayı seviyosun. en çok da onu kıskanıyosun...

7.12.11

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder