deniz anaları çin'in iş gücünü tehdit edecek kadar fazlaydı ve bu durumdan tedirgin olan pasifiğin tüyleri diken dikendi. Wall street işgalinden hemen sonraydı, deniz güneşi yüzüme tutuyordu dersle alakası olmayan çocuğun saatiyle yaptığı gibi. Haftasonuydu. o çocuk muhtemelen çizgi film izlemek yerine yine derse giriyordu. ve dersle yine alakası yoktu. (olmasındı) kendini yine evde unutmuştu. (unutsundu) oysa işgalcilerin ve depremzedelerin kendilerini unutacak bir evleri yoktu. bazılarının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığı gibi kadının adı hala yoktu, şiddeti çoktu. cani kocaların iyi hal indirimi almasından heveslenenler bu fırsatı kaçırmayacaklardı ve "yüzde 99" onlar da iyi halden yararlanacaktı. N.Ç artık 21 yaşındaydı. adalet bakanı istifa etmemişti. yök başkanı da etmemişti. van valisi niye etsindi? biber gazları ve coplar henüz tükenmemişti. ekonomik kriz bizi teğet geçmişti, ama "kalp krizi" geçmemişti. hopa'da bir emekliyi hayattan emekli etmişti. Hrant hala yerdeydi, ayakkabısı hala delikti. kurşun adres sormuştu, onlar da söylemişlerdi. golü atan belliydi, asist yapan anonimdi. anonime alışık halk edebiyatına "festus okey" değildi. kimse onun için üzülmezdi. o kimseyi "üzmez"di. bir çocuk masumdu, sonra kirlendi. şimdi aklı nasıl dersinde olsundu. afili bir filintanın dediği gibi "devrim ihtimaldi, güzeldi". biz mi? biz hala Dersim'izi alamamıştık. almaya da niyetimiz yoktu, kendimizi evde unutmak hoştu...
19.11.2011
20 Kasım 2011 Pazar
kiss kiss bank bank!
kasım ayına göre fazla cömertti güneş. belki de ayın ilk gününü kutluyordu. onun bu tavrını görmezden gelmek nankörlük olacağından paltomu çıkarıp bankın üzerine koydum bende. bankın tahtaları bile ısınmıştı. O da vidalarını çıkardı sırtından, koydu bir kenara. giderse güneş tekrardan takacaktı. ben de paltomu giyecektim tabii. anlaşıvermiştik bankla. beraber hareket ediyorduk, oysa hiç konuşmamıştık. bankları severdim. birlikte yatmışlığımız, içmişliğimiz, ağlamışlığımız vardı. seni bazen çok iyi anlarlardı ve en önemlisi de beklerlerdi. sen yalnız geldiğinde daha bir sevinirdi banklar. yanında biriyle geldiğinde unutuverirdin çünkü onu. bir hal hatır sormadan kalkıp giderdin yanından. içerlemezdi, kin tutmazdı o, "yine gelir" derdi. yine gelirdin sende. yalnız. belki birilerinin seni terkettiğini söylerdin, ya da o anlardı sen sustuğunda. en derindeki dertlerine sondaj yapardın, en ağır küfürleri sıralardın. o susar, sakince dinlerdi. seni de sakinleştirirdi sonra.o zaman daha dingin kalırdın uzaklara bakarken. biraz da onun derdini dinleyeyim derdin. dinlerdin de. ve şaşırırdın bu kadar içinin kabardığına ama belli etmediğine. senden çok vardı, şaşırmamak lazımdı bu duruma. sen susardın - o zaten sakindi anlatırken de- ve birbirinizi anlayarak bakardınız güneşe. bulutlar keyfinize dur derken, sen paltonu, o da vidalarını takardı sırtına. bir daha görüşmek üzere ayrılırdınız tebessümle, şimdiden özleyerek...
1.11.2011
1.11.2011
asri zaman çöpçüsü...
çarlık rusya'sında bir saray entrikasıyım, gizlice alınmış bir nizamülmülk kararıyım, dinmeyen bir hasan sabbah kiniyim, asla yarım kalmayan hayyam şarabıyım, akıllardan çıkmayacak bir şirin tebessümüyüm, çok canlar yakan terken hatun planıyım, adına rubailer yazılan cihan'ın gece çıplaklığıyım, şairin yarım bıraktığı şiirin ve de devrimin son tahliliyim, 1 dakikalık saygı duruşlarından sonraki uğultuyum, tek seferde kapanmayan kapıyım, pazartesi sanılan perşembeyim, ataçlı ilkokul defterinin kenar süsüyüm, bütün bunları okurken transatlantik sularında gömülenlere üzülen bir tek ben miyim?
ben; şafakları süpüren asri zaman çöpçüsü, gölcük tersanesinde mal bi muhafızım. boş silahla nöbet tutuyorum, retorik sorularla yazıyı bulmaya çalışıyorum. sanırım rahat askerlik yapıyorum...
10.11.2011
ben; şafakları süpüren asri zaman çöpçüsü, gölcük tersanesinde mal bi muhafızım. boş silahla nöbet tutuyorum, retorik sorularla yazıyı bulmaya çalışıyorum. sanırım rahat askerlik yapıyorum...
10.11.2011
6 Kasım 2011 Pazar
ben pazartesi; nasılım?
şeker erimelerinde sabah kayboluşları... çayı karıştırırken dalıp giden insanlardan oldum iyice. gece boyu yağmurla sevişmiş toprak, bir pazartesi sabahına göre fazla güzel kokuyor. sevişme sonrası kıçımı koyacak yer bile bırakmamışlar. gerçekten ateşli bir gece olmuş. neyse ki birkaç parça uykusuzluk üzerinde kıçımı soğutabiliyorum şimdi. az önceki muhteşem sessizlğin esamesi henüz anaokulu sıralarında. iş makineleri ve arabalar insanlardan bile kaba. mutsuz evlerden sendrom sokaklarına hücum eden dertlere derman yok. genel anlamıyla pazartesi çok konuşuyor. bu yüzden sevilmediğini anlamak kolay. üstelik müşkülpesent bir kralcının şikayet hastalığı kadar gerekesiz ve sevimsiz. çok konuştuğu için kaybedenlerden. kaybedenler sevilmiştir oysa bu topraklarda. ben de kaybediyorum sanki; gürültücü bir pazartesi gibi görülüyorum sevgili tarafından. susayım bari diyorum ama hangi sesi bastıracağımı bilemiyorum. (gerçekten pazartesiyim) susmak için düşünmemek lazım diyorum ve aklımı gezintiye çıkarıyorum. kısa sürüyor pazartesi gezmesi. pazartesi gezmesi mi olurmuş diye kızıyorum kendime. kaçamıyorum bir türlü. sevgiliyi düşünmekten kaçmaya çalışmak, düşünmekten daha zor geliyo. kaçarken korkuyorum çünkü ve her seferinde de yakalanıyorum. en azından elindeyken korkmama gerek yok diyorum, çaresiz teslim oluyorum...
10.10.2011
10.10.2011
şehir balık kokuyordu, ama balıklar yoktu...
güneşi ilk kez bu kadar çaresiz görüyorum. dolunay kisvesinde ışınlarını saklamış, ara ara kendini tedirgin bir şekilde gösterip kayboluyor. sanki bir suç işlemiş, suçu da ayın üstüne atıyomuş gibi. kimse bu saatte ayın olmıyacağını bilir halbuki. gerçekten insanlara çok uzak olduğunu kanıtlıyor güneş. onları kolayca kandıracağını düşünüyor. oysa insanlar kendilerini kandırmakla meşguller zaten. (asırlardır) balık tutuyorlar akıllarınca ve gerçekten de tutuluyorlar balıklar tarafından karınlarını doyurdukları için. oldukça ciddiler ki dalga yapanlara isyan ediyolar kısmetlerini kaçırdıklarından gerek. dalga yapanlarsa gerçeği biliyolar, o yüzden hiç umursamıyolar serzenişleri. daha fazla dalga yaparak uzaklaşıyolar, dalgaların sesi uzaktan hoş geliyor. martılar da bir tablo ya da fotoğraf karesine girmek için ordalar sanki. onlar da kandırıyolar balıkçıları. martılar en önemli ipucuydu halbuki burada balıkların olduğuna dair. yanlış iz sürmüş anlaşılan balıkçılar. onlar da güneş gibi amatörler. bu yüzden anlaşıyor olmalarını anlamak zor değil. zor olan güneşin ne zamandır yalan söylediğini anlamak. arka masadaki 700 yıldır çeneleri yoran muhabbet kadar eski mi mesela? ya da balıkçıların varlığı kadar. bilemiyoruz şimdilik. 150 metre sağdan habersizce geçen dostlar gibi saklanıyor gerçek ve başka şehirlere kaçıyor demirlerin soğukluğunda, başka dostlarla dolu eski bir şehre. kızdığımdan ya da üzüldüğümden değil sadece yalnız olduğumdan soruyorum bunları. güneş eski bir şehirde batarsa diye diyorum; "gerçeği ben biliyorum".
29.10.2011
29.10.2011
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)