1 Ağustos 2016 Pazartesi

Hiçliğin anatomisi


Çaresizliği gördüm. Herkesin yüzünde.
Tesadüfen ayakta kalan bedenlerimizin içi boşaldı.
Anlamsızlaştı yine yaşamak. Nefes almak, düşünmek, yazmak...
Hepsine koca bi sıfır, hepsi “0”.

Hiçliğin tam ortasındayız. İç sesler gözyaşlarımızı tetikliyo.
Kimse kimsenin yüzüne bakamıyo. Birbirinden çaresiz gözler boşluklar arıyo sabitlenmek için. Zaman bekliyo sanki. Yavaşlıyo.
Bi deniz kıyısında denize bakmayı hayal ediyosun her şeyden uzak. Baska bi şey kaldıracak miden yok gibi.
Kalbini çıkar, beynini çıkar... at denize.
Dalgalar sürüklesin bilmediğin bi yere.
Sadece ruhun kalsın geride.
Zaten bi tek o var elimizde.
Sonra da hiç bi şey yokmuş gibi normale dönmeyi bekle. Bakışlarını al boşluktan. Normale dönmek zorunda olmak mı, yoksa dönmek mi daha fazla "hiç"?


Bilmiyorum ki hiç...

13 Temmuz 2016 Çarşamba

25 Şubat 2016 Perşembe

Babam ve Apo amcanın bizi gezmeye götürdüğü günler vardı.
Kırmızı bi reno’nun içinde
3 çocuk çook mutlu olurduk o gezmelerde.
Ablam, ben, Çisem.
Haftanın bi günüydü sadece.
Ama hep aynı günü.
Sonra o günler geçti.
Bugünler geldi.
Ama bugünlere Apo amca gelemedi.  
O günler hep Perşembe’ydi.
Pazartesi’ye en uzak.
Cuma’ya en yakın.
Ne güzel gün di mi Perşembe?
Akşama yemekte anne patatesi ve köftesi olduğunu bilmek gibi.
Ya da okul gezisine çıkmadan önce odada kiminle kalıcağını düşünmek gibi.
Tatilin ilk gününde odaya eşyalarını bırakmak,
cipsten çok içinden çıkan tasoya yükselmek gibi.
Hiçbir günde yok Perşembe’nin havası.
Mesela Cuma’nın acelesi, Cumartesi’nin ne yapsak’ı var. Pazar’ın yarın Pazartesi’si, Pazartesi’nin başlı başına kendisi, Salı’nın sallanması, Çarşamba’nın arada kalması… 
Hepsinin bi derdi var.
Ama Perşembe’ler öyle mi?
Dertsiz, tasasız, çekilişsiz, kurasız.
Bana kalsa her gün Perşembe olsun.
Hatta en kötü günümüz Perşembe gibi olsun.
Konuştuğun, seviştiğin, buluştuğun... 
Herkes Perşembe gibi olsun.

Bugün Perşembe.
Perşembe’yi sev, Perşembe gibi ol.

Perşembeler hep güzel.