2 Şubat 2011 Çarşamba

Başlığı sonra yazarım...

Diş fırçamı ajanstan bağcılara, sonrasında da mecidiyeköye götürüp, tekrar ajansa götürmeyi ertelediğim zamanlardayım... Tek yapmam gereken 3 saniyelik bir işlemle, diş fırçamı yaz hariç tüm aylarda giyebildiğim ceketimin iç cebine koymak halbuki. Aşırı uykumun geldiği zamanlarda rahatsız koltukta kıvranırken rahat yatağımın beni beklediği gibi, şehir değiştirmeme rağmen hala açamadığım kutularım da, 4. evinde açılma umuduyla yine beni bekliyor. Kutuların içlerinde ne olduğunu bile unuttum. Muhtemelen hepsi ıvır zıvır... Ama yine de atamıyo insan, çok değerli geliyo... 3 yıl boyunca sakladığım sevgilimin mesajları sarı renkli ve kısa süreli samimiyet arenası içinde kaybolduğunda anladım öyle şeylerin değerli olduğunu... Ama mesajların bir kısmı hala hafızamda, telefonun belleğine kaydederken defalarca okumak suretiyle kendi belleğime de kaydetmişim. Hatta oturup biraz düşünsem, çoğunu yazarım gibi geliyo.

Zar zor alabildiğim ehliyeti, sabahın 7’sinde 6 kişinin uyuduğu eve gayet cool bir şekilde giren hırsıza kaptırdıktan sonra tekrar çıkartmadım, ikametgahımı yeni taşındığım evime aldırmadım, yeni derken 5 ay oldu herhalde... Çörek sponsorluğundaki mp 3 playerım 1.5 senedir bozuk, ilk bozulduğunda 1 sene garanti süresi vardı. O bile bitti ama ben hala yaptıramadım... Hala şahsıma ait bi telefonum da yok, almayı da düşünmüyorum galiba...

Acaba sürekli bir şeyleri ertelemeyi durdurmalı mıyım? Bilmiyorum... Onu da bi ara düşünürüm...